10 Mayıs 2021 Pazartesi

Araplar Neden Türkleri Sevmez?

2020 YILI MART AYINDA SUUDİ MÜFTÜSÜ:
"TÜRKLER MEVALİDİR, İSLAMI TEMSİL EDEMEZLER" 
DİYE FETVA VERDİ....

MEVALİ NE DEMEK???

İslamiyetten önce Araplar ''Azad edilmiş kölelere'' Mevali diyordu.  

İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor. 

Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor. 
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.   

Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türkler geliyor.

Tükler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı. 

Onlara göre Kuran ''Mekke ve etrafında yaşayan insanları  uyarmak için, arapça inmiş'' bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.

''Her millete bir peygamber gönderdik''  şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar,  ''Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir'' diye anladılar. 
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.  

Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.

Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa  ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife  (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine  karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır. 

Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.

Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı. 

Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin  İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler... 

Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı,  İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar... Bu anlayışın gerisinde MEVALİ  geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...  

Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: ''Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler'' diye  fetva verdi...

Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor... 

Tarihin hiç bir döneminde Araplar(yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...

Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...

Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...
          Alıntı...


Burada tabii ki bütün bir Arap milletini suçlayacak değiliz lakin közü kapalı bir şekilde de herşeye inanmamak gerektiğini idrak edebilmek adına sadece biraz durup düşünelim istiyorum. 

27 Nisan 2021 Salı

Neden Bilim İnsanları İnançsız?

Evreni meydana getiren 4 ana kuvveti kanıtlayan bilim insanları bu 4 kuvveti de oluşturan başka parçacıkların olduğunu teorik olarak bulmakla birlikte hala gözlemleyebilmiş değiller. Mesela x parçacığı dedikleri parçacık olmadan maddelerin bir kütleye sahip olduklarını açıklayamıyorlar yani ispat edemiyorlar ama var herkes biliyor. Bunun bir tesadüf olamayacağı da ayan beyan ortada olmasına ve bu düzeni kurabilecek tek bir İlahi kuvvetin ve Yaratıcının olması gerektiğini mantığımız ve sezgilerimiz söylerken hala bunun saçma olduğunu her şeyin, bu mükemmel düzenin Allah olmadan da var olabileceğini kanıtlamaya çalışıyorlar. İnançsız bu insanların çoğu bulduklarıyla Allah'ın var olduğunu kanıtlamalarına rağmen işte Rabbimizin bizlere bir ihsanı olan o iman lezzetine erişemiyorlar. Yaptıklarıyla insanlık adına çok büyük işlere ve hizmete vesile olmalarına rağmen imandan mahrum kalıp sonunda mağrur olacaklar. Bunu biz müslümanlar bilmemize rağmen peki neden dinimizin emri olan bilimden ve bilgiden, öğrenmeden ve keşiften bu kadar uzak kaldık? Ne oldu bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum düşüncesine? Bizler ismen müslüman olmamıza rağmen o güzel rahmetten bir nebze de haberdar olmamıza rağmen neden hakkıyla dinimizin emrine uymuyor ve hakkıyla iman edip, gerekliliklerini yerine getiremiyoruz? Büyük bir derdimiz var ama bu dert hem hepimizin hem de kimsenin değil... Neden kimsenin umrunda değil? Kendim bu dertle dertlenirken siz değerli dostlarımın da bunu bir düşünmesini ve önce kendine sonra da bana bunun cevabını bir nebze de olabilse vermesini istiyorum. Hadi bakalım tefekkür zamanı...

BAŞBUĞ TÜRKEŞ İLE 3 MAYIS MÜTALAASI


Türkçülük bayramı yaklaşırken bu günün neden bu şekilde kutlandığını ya da anıldığını o günleri bizzat yaşamış bir efsane ismin ağzından hep birlikte tekrardan okuyalım istiyorum.


 3 Mayıs 1944 Olaylarına İlişkin Başbuğ İle Yapılan Röportaj


Sayın Alparslan TÜRKEŞ, 3 Mayıs’ın bir değerlendirmesini yapar mısınız?

Alparslan TÜRKEŞ: 3 Mayıs olayları 1944 yılında meydana gelmiştir. O dönemde memleketimiz tek parti diktatörlüğü altındaydı. O zamanki Cumhurbaşkanı merhum İsmet İnönü de “Milli Şef’ ünvanını taşımaktaydı. Bayramlarda büyük şehirlerimizde asılan dövizlerin üzerinde ‘Tek millet, tek parti, tek şef’ yazıları vardı. O günün şartlarında memleketimizde hürriyet ve demokrasi yoktu. Milli Eğitim Bakanlığı’nı meşhur Hasan Ali YÜCEL işgal etmekte; yük­sek okullar ve üniversitelere Marksist öğretim üyeleri yerleştirilmiş bulunmaktaydı. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tutuklanmış olan marksistlere geniş destek ve yardım sağlamaktaydı. Bu sıralarda yayınlanmakta olan ‘Orkun’ ve ‘Orhun’ isimli dergi zamanın başbakanı Şükrü SARAÇOGLU’na bir açık mektup yayın­ladı. Bu mektupta çeşitli okullarda, üniversite ve kuruluşlarda yerleşmiş olan marksistler isim isim sayılarak, zamanın başbakanından bunlara neden müsamaha gösterildiği sorul­muştu. Bu şahısların sürekli olarak bulunduk­ları yerlerde marksizm propagandası yaptıkları ve zararlı oldukları belirtilmişti. Böyle bir hareket kamuoyunda çok tesir yaptı. Özellikle yüksek öğrenim gençliği arasında büyük heyecan meydana getirdi. Dergiler elden ele kapışıldı. Bunun neticesi olarak o günün iktidarı, bakan­ları ve yakın mensupları büyük memnuniyet­sizlik duydular. Mektupların yazarı olan Nihal ATSIZ Bey hakkında tanınmış marksistlerden olan ve o sırada Devlet Konservatuarında öğretmen bulunan Sabahattin Ali'nin hakaret davası açmasını temin ettiler. İktidarın resmi yayın organı olan memlekettekius gazetesinin avukatlarını da Sabahattin Ali'nin savunulması ve desteklenmesi için onun emrine verdiler. İşte bu olaylar memleketteki Milliyetçiler arasında büyük yankılar yaptı. Mahkemeler sırasında da gençler Ankara caddelerinde heyecanlı gösteriler yaptılar, komünist eserleri meydanlarda yaktılar. Bunun üzerine iktidar işi tertip yapmaya götürdü ve başta rahmetli Nihal ATSIZ Bey olmak üzere onun kardeşi Necdet SANCAR Bey ve arkadaşlarının evleri arandı. Orhun Dergisi’nin yönetim yeri arandı ve bu kimseler tutuklandı. Suçlama da “Irkçılık” ve “Turancılık” oldu. Birçok işkenceler ve baskılar yapıldı. İstanbul 1 no’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 23 sanık hakkında dava açıldı. Fakat mahkeme tarafsız değildi, baskılar altındaydı. Ortada hiçbir suç olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında “Turancılık” diye bir suç olmadığı halde, böyle bir suç icad ederek, sanıkların bir kısmı ağır cezalara çarptırıldılar. Fakat o zaman ki Askeri Yargıtay büyük bir adalet misali vererek ve aynı zamanda milli şuurluluk göstererek, mahkemenin kararını bozdu, dava dosyasını da 1 no’lu mahkemeden 2 no’lu mahkemeye sevk etti. 2 no’lu sıkıyöne­tim mahkemesinde görülen dava neticesinde bütün sanıklar beraat ettiler. Fakat bu olay Türk Milliyetçilerini bir hayli mağdur etti.. Memlekette milliyetçiliği korkulan bir fikir gibi gösterdi. Bundan da marksistler çok faydalandılar, gelişmeler hızlandı.

Sn. Alparslan Türkeş, 3 Mayıs nasıl “Türkçüler Günü” haline geldi.

A. TÜRKEŞ: Bahsettiğimiz davadan sonra dava sanıklarından avukat Said BİLGİÇ Bey 3 Mayıs’ın “Türkçüler Günü” olmasını teklif etti. Onun bu teklifi diğer arkadaşlar tarafından da benimsendi. O zamandan beri her 3 Mayıs günü Türkçüler ve Milliyetçiler kırlara giderek, bugünü bir bayram olarak kabul etmişler, o gün Türk Milliyetçiliğini anlatmaya, çeşitli konferanslar vermeye ve dergilerde bu konuları yazmaya başladılar.

“Türkçülük” ve “Türkçüler” keli­melerini biraz açar mısınız?

A. TÜRKEŞ: “Türkçüler” derken ‘Türkçülük” ve “Milliyetçilik” aynı anlamdadır değişik bir anlamı yoktur. Yani Türk milletini sevmek, Türk milletinin iyiliğini istemek, hakkını savunmak duygusunun adı ‘Türk Milliyetçiliği”dir. Türkçülüğün başlangıçta bundan biraz daha farklı bir anlamı olmuştur. Türkçülük ifadesi daha ziyade “Türkçenin eski Arapça ve Farsça kelime terkiplerden kurtarılarak halkın konuştuğu Türkçe haline getirilmesi” hareketinin adı olmuştur. Bir nevi “Türkçecilik” tir. Bunun içinde tabii Türklerin esaretten kurtulması, bir bayrak. bir devlet halinde yaşamaları fikride vardır. Daha sonra Türkçülük, milliyetçiliğe yakın bir anlama gelmiştir.

Sayın TÜRKEŞ, birkaç yıldır 3 Mayıslardaki tebrik kartlarınızın üzerinde “Türkçülük” kavramının yerine “Milliyetçilik” ibaresinin yer aldığını görüyoruz. Bu bir muhteva değişikliği mi?

A. TÜRKEŞ: Bundan önceki sorunuza verdiğim cevaba binaen böylesine bir değişikliğe gittik. Yani “3 Mayıs Türkçüler Günü” değil de “3 Mayıs Milliyetçiler Günü” dedik.

İlk Türkçülük hareketlerinin nasıl başladığı hususunda genel ve kısa bir bilgi verir misiniz?

A. TÜRKEŞ: İlk Türkçülük hareketleri bilhassa, yayın alanında büyük bir fikir adamı Kırımlı Gaspıralı İsmail Bey tarafından başlatılmıştır. İsmail Bey bundan 120 yıl önce Kırım’ın Bahçesaray şehrinde “TERCÜMAN” isimli bir dergi yayınlamıştır.. Derginin başlık altına ise “Dilde, fikirde, iş de birlik” sözünü yazmıştır. Bununla gerek Rusya gerekse Rusya dışında birlik kurulması gerektiğini ileri sürmüştür ki, bu, o zamanki Türk aydınları arasında çok büyük bir alaka görmüştür.

Sn. TÜRKEŞ, Gaspıralı İsmail Bey’in yayın sahasındaki bu faaliyetlerine paralel daha ne gibi yayınlar yapılmıştır o günlerde?

A. TÜRKEŞ: Ona paralel olarak o günlerde Bakü’de “Fürüzat” diye bir dergi yayınlanmıştır. Daha. sonraları İstanbul’da “Türk Yurdu” yayınlandı. Diğer Türk illerinde de buna benzer faaliyetler yapılmıştır.

Sn. TÜRKEŞ, 3 Mayıs 1944 olayları o günkü iktidarın tutumundan mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin umumi politikasından mı ortaya çıkmıştır?

A. TÜRKEŞ: 3 Mayıs olayları neticesindeki mahkemelerde Milliyetçilerin “Irkçılık” “Turancılık” suçlarından yargılandıklarını daha önce söylemiştik. Oysa devletin umumi politikası İnönü’den önce “Turancı” ve bir anlamda “Irkçı” bir politikaydı. Bu olaylardan sonra İsmet İnönü ve etrafındakiler ve o eski tutumu değiştirdiler. Bu olaylardan önce devlet okulları ve askeri okullara öğrenci alınırken yapılan ilanlarda aranan şartlardan ilki “Türk ırkından olmak” idi. Bu yadırganmıyordu. Herkes bu görüşlere mensup olmakla övünüyordu.

Sn. TÜRKEŞ, MHP  ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ile 3 Mayıs 1944 olaylarının benzer birçok noktaları var. Bu konunun bir değerlendirmesini yapar mısınız?

A. TÜRKEŞ: Hakikaten MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası ile 3 Mayıs olayları arasında büyük bir benzerlik var. Aradan bunca zaman (40 yıl) geçmesine rağmen tekrar açılan davada biz “Turancı” olmakla suçlandık. Aslında Turancı olmak suç değildir. T.C. kanunlarında da böyle bir suç yoktur. Kaldı ki her milliyetçi kendi milletine mensup insanların yabancıların boyunduruğundan kurtulmasını istemesi tabii bir haktır. Yunanlıların Kıbrıs üzerinde yürüttükleri politika da budur ve adı “Enosis” tir. Enosis bir anlamda Yunan Turancılığı demektir. Zaten, Papandreu’nun partisinin adı da Panhelenik Sosyalist Partidir. Panhelenik demek; Yunan Birliği, Yunan Turancılığı demektir. Hiç bir insan kendi milletinin haklarını savunmaktan dolayı suçlanamaz. Bu şerefli bir haktır. Fakat gelin görün ki. Türkiye’de zaman zaman o derecede gafil insanlar kalkıyorlar, kötülemek istedikleri Türk Milliyetçilerini “Bunlar Turancı” vs. diye suçlamaya lekelemeye çalışı­yorlar.

Sn. TÜRKEŞ, son olarak Türk Milliyetçilerine vereceğiniz bir mesaj var mı?

A. TÜRKEŞ: 3 Mayıs milletimizin kurtuluşu. yükselişi, hızla kalkınması ve yaşaması için yegane kuvvet kaynağının Türk Milliyetçiliği olduğunun anlatılması için bir fırsat, bir vesiledir. Ayrıca eskilerin hatalarını anlatmak, onlardan ders alarak bundan sonraki Türk Milleti’nin hayatında o hataların meydana gelmesine imkan vermemek için düşünülmüş ve bayram yapılmıştır. Türk Milliyetçileri her yıl 3 Mayıs gününü bayram olarak kutlayacaklardır. Türk milletinin kuvvet kaynağı olan Türk Milliyetçiliği ülküsünü gençliğe anlatacaklardır. açıklayacaklardır. Bu ülkünün gerek devlet, gerekse millet hayatında da hakim güç, tek hakim varlık olmasını hedef olarak göstereceklerdir. Türk Milliyetçiliği derken, her zaman söylediğimiz gibi. İslam imanını, İslam ahlak ve faziletiyle Türklük şuurunu esas kabul etmekteyiz.

Türk Milleti için bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Ancak bugün, Türk milletinin İslamiyete olan bağlılığını istismar ederek İslamiyeti öne sürerek, Türk milliyetçiliğini yıkmak isteyen kışkırtmalarla karşılaşıyoruz. Bunlara katiyen itibar edilmemelidir. “İslamiyet bize yeter. Türklüğe ne gerek var” veya “Milliyetçilik İslamiyete aykırıdır” gibi görüşler düşman oyunudur.Buna kapılanlar düşman oyunlarına alet oluyorlar demektir. Türk Milliyetçileri sınırlarını belirlediğimiz ülkümüzün çizgisi üzerinde olmalı­dırlar. Bunu benimsemezlerse bizim yanımızda bulunmamaları icap eder. Bizim yanımızda olanlar gösterdiğimiz yolda gösterdiğimiz ülküye sadık kalarak hareket etmelidirler.