ÖNCE DÜŞÜN SONRA DÜŞÜNDÜR
10 Mayıs 2021 Pazartesi
Araplar Neden Türkleri Sevmez?
27 Nisan 2021 Salı
Neden Bilim İnsanları İnançsız?
Evreni meydana getiren 4 ana kuvveti kanıtlayan bilim insanları bu 4 kuvveti de oluşturan başka parçacıkların olduğunu teorik olarak bulmakla birlikte hala gözlemleyebilmiş değiller. Mesela x parçacığı dedikleri parçacık olmadan maddelerin bir kütleye sahip olduklarını açıklayamıyorlar yani ispat edemiyorlar ama var herkes biliyor. Bunun bir tesadüf olamayacağı da ayan beyan ortada olmasına ve bu düzeni kurabilecek tek bir İlahi kuvvetin ve Yaratıcının olması gerektiğini mantığımız ve sezgilerimiz söylerken hala bunun saçma olduğunu her şeyin, bu mükemmel düzenin Allah olmadan da var olabileceğini kanıtlamaya çalışıyorlar. İnançsız bu insanların çoğu bulduklarıyla Allah'ın var olduğunu kanıtlamalarına rağmen işte Rabbimizin bizlere bir ihsanı olan o iman lezzetine erişemiyorlar. Yaptıklarıyla insanlık adına çok büyük işlere ve hizmete vesile olmalarına rağmen imandan mahrum kalıp sonunda mağrur olacaklar. Bunu biz müslümanlar bilmemize rağmen peki neden dinimizin emri olan bilimden ve bilgiden, öğrenmeden ve keşiften bu kadar uzak kaldık? Ne oldu bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum düşüncesine? Bizler ismen müslüman olmamıza rağmen o güzel rahmetten bir nebze de haberdar olmamıza rağmen neden hakkıyla dinimizin emrine uymuyor ve hakkıyla iman edip, gerekliliklerini yerine getiremiyoruz? Büyük bir derdimiz var ama bu dert hem hepimizin hem de kimsenin değil... Neden kimsenin umrunda değil? Kendim bu dertle dertlenirken siz değerli dostlarımın da bunu bir düşünmesini ve önce kendine sonra da bana bunun cevabını bir nebze de olabilse vermesini istiyorum. Hadi bakalım tefekkür zamanı...
BAŞBUĞ TÜRKEŞ İLE 3 MAYIS MÜTALAASI
3 Mayıs 1944 Olaylarına İlişkin Başbuğ İle Yapılan Röportaj
Sayın Alparslan TÜRKEŞ, 3 Mayıs’ın bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Alparslan TÜRKEŞ: 3 Mayıs olayları 1944 yılında meydana gelmiştir. O dönemde memleketimiz tek parti diktatörlüğü altındaydı. O zamanki Cumhurbaşkanı merhum İsmet İnönü de “Milli Şef’ ünvanını taşımaktaydı. Bayramlarda büyük şehirlerimizde asılan dövizlerin üzerinde ‘Tek millet, tek parti, tek şef’ yazıları vardı. O günün şartlarında memleketimizde hürriyet ve demokrasi yoktu. Milli Eğitim Bakanlığı’nı meşhur Hasan Ali YÜCEL işgal etmekte; yüksek okullar ve üniversitelere Marksist öğretim üyeleri yerleştirilmiş bulunmaktaydı. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tutuklanmış olan marksistlere geniş destek ve yardım sağlamaktaydı. Bu sıralarda yayınlanmakta olan ‘Orkun’ ve ‘Orhun’ isimli dergi zamanın başbakanı Şükrü SARAÇOGLU’na bir açık mektup yayınladı. Bu mektupta çeşitli okullarda, üniversite ve kuruluşlarda yerleşmiş olan marksistler isim isim sayılarak, zamanın başbakanından bunlara neden müsamaha gösterildiği sorulmuştu. Bu şahısların sürekli olarak bulundukları yerlerde marksizm propagandası yaptıkları ve zararlı oldukları belirtilmişti. Böyle bir hareket kamuoyunda çok tesir yaptı. Özellikle yüksek öğrenim gençliği arasında büyük heyecan meydana getirdi. Dergiler elden ele kapışıldı. Bunun neticesi olarak o günün iktidarı, bakanları ve yakın mensupları büyük memnuniyetsizlik duydular. Mektupların yazarı olan Nihal ATSIZ Bey hakkında tanınmış marksistlerden olan ve o sırada Devlet Konservatuarında öğretmen bulunan Sabahattin Ali'nin hakaret davası açmasını temin ettiler. İktidarın resmi yayın organı olan memlekettekius gazetesinin avukatlarını da Sabahattin Ali'nin savunulması ve desteklenmesi için onun emrine verdiler. İşte bu olaylar memleketteki Milliyetçiler arasında büyük yankılar yaptı. Mahkemeler sırasında da gençler Ankara caddelerinde heyecanlı gösteriler yaptılar, komünist eserleri meydanlarda yaktılar. Bunun üzerine iktidar işi tertip yapmaya götürdü ve başta rahmetli Nihal ATSIZ Bey olmak üzere onun kardeşi Necdet SANCAR Bey ve arkadaşlarının evleri arandı. Orhun Dergisi’nin yönetim yeri arandı ve bu kimseler tutuklandı. Suçlama da “Irkçılık” ve “Turancılık” oldu. Birçok işkenceler ve baskılar yapıldı. İstanbul 1 no’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 23 sanık hakkında dava açıldı. Fakat mahkeme tarafsız değildi, baskılar altındaydı. Ortada hiçbir suç olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında “Turancılık” diye bir suç olmadığı halde, böyle bir suç icad ederek, sanıkların bir kısmı ağır cezalara çarptırıldılar. Fakat o zaman ki Askeri Yargıtay büyük bir adalet misali vererek ve aynı zamanda milli şuurluluk göstererek, mahkemenin kararını bozdu, dava dosyasını da 1 no’lu mahkemeden 2 no’lu mahkemeye sevk etti. 2 no’lu sıkıyönetim mahkemesinde görülen dava neticesinde bütün sanıklar beraat ettiler. Fakat bu olay Türk Milliyetçilerini bir hayli mağdur etti.. Memlekette milliyetçiliği korkulan bir fikir gibi gösterdi. Bundan da marksistler çok faydalandılar, gelişmeler hızlandı.
Sn. Alparslan Türkeş, 3 Mayıs nasıl “Türkçüler Günü” haline geldi.
A. TÜRKEŞ: Bahsettiğimiz davadan sonra dava sanıklarından avukat Said BİLGİÇ Bey 3 Mayıs’ın “Türkçüler Günü” olmasını teklif etti. Onun bu teklifi diğer arkadaşlar tarafından da benimsendi. O zamandan beri her 3 Mayıs günü Türkçüler ve Milliyetçiler kırlara giderek, bugünü bir bayram olarak kabul etmişler, o gün Türk Milliyetçiliğini anlatmaya, çeşitli konferanslar vermeye ve dergilerde bu konuları yazmaya başladılar.
“Türkçülük” ve “Türkçüler” kelimelerini biraz açar mısınız?
A. TÜRKEŞ: “Türkçüler” derken ‘Türkçülük” ve “Milliyetçilik” aynı anlamdadır değişik bir anlamı yoktur. Yani Türk milletini sevmek, Türk milletinin iyiliğini istemek, hakkını savunmak duygusunun adı ‘Türk Milliyetçiliği”dir. Türkçülüğün başlangıçta bundan biraz daha farklı bir anlamı olmuştur. Türkçülük ifadesi daha ziyade “Türkçenin eski Arapça ve Farsça kelime terkiplerden kurtarılarak halkın konuştuğu Türkçe haline getirilmesi” hareketinin adı olmuştur. Bir nevi “Türkçecilik” tir. Bunun içinde tabii Türklerin esaretten kurtulması, bir bayrak. bir devlet halinde yaşamaları fikride vardır. Daha sonra Türkçülük, milliyetçiliğe yakın bir anlama gelmiştir.
Sayın TÜRKEŞ, birkaç yıldır 3 Mayıslardaki tebrik kartlarınızın üzerinde “Türkçülük” kavramının yerine “Milliyetçilik” ibaresinin yer aldığını görüyoruz. Bu bir muhteva değişikliği mi?
A. TÜRKEŞ: Bundan önceki sorunuza verdiğim cevaba binaen böylesine bir değişikliğe gittik. Yani “3 Mayıs Türkçüler Günü” değil de “3 Mayıs Milliyetçiler Günü” dedik.
İlk Türkçülük hareketlerinin nasıl başladığı hususunda genel ve kısa bir bilgi verir misiniz?
A. TÜRKEŞ: İlk Türkçülük hareketleri bilhassa, yayın alanında büyük bir fikir adamı Kırımlı Gaspıralı İsmail Bey tarafından başlatılmıştır. İsmail Bey bundan 120 yıl önce Kırım’ın Bahçesaray şehrinde “TERCÜMAN” isimli bir dergi yayınlamıştır.. Derginin başlık altına ise “Dilde, fikirde, iş de birlik” sözünü yazmıştır. Bununla gerek Rusya gerekse Rusya dışında birlik kurulması gerektiğini ileri sürmüştür ki, bu, o zamanki Türk aydınları arasında çok büyük bir alaka görmüştür.
Sn. TÜRKEŞ, Gaspıralı İsmail Bey’in yayın sahasındaki bu faaliyetlerine paralel daha ne gibi yayınlar yapılmıştır o günlerde?
A. TÜRKEŞ: Ona paralel olarak o günlerde Bakü’de “Fürüzat” diye bir dergi yayınlanmıştır. Daha. sonraları İstanbul’da “Türk Yurdu” yayınlandı. Diğer Türk illerinde de buna benzer faaliyetler yapılmıştır.
Sn. TÜRKEŞ, 3 Mayıs 1944 olayları o günkü iktidarın tutumundan mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin umumi politikasından mı ortaya çıkmıştır?
A. TÜRKEŞ: 3 Mayıs olayları neticesindeki mahkemelerde Milliyetçilerin “Irkçılık” “Turancılık” suçlarından yargılandıklarını daha önce söylemiştik. Oysa devletin umumi politikası İnönü’den önce “Turancı” ve bir anlamda “Irkçı” bir politikaydı. Bu olaylardan sonra İsmet İnönü ve etrafındakiler ve o eski tutumu değiştirdiler. Bu olaylardan önce devlet okulları ve askeri okullara öğrenci alınırken yapılan ilanlarda aranan şartlardan ilki “Türk ırkından olmak” idi. Bu yadırganmıyordu. Herkes bu görüşlere mensup olmakla övünüyordu.
Sn. TÜRKEŞ, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ile 3 Mayıs 1944 olaylarının benzer birçok noktaları var. Bu konunun bir değerlendirmesini yapar mısınız?
A. TÜRKEŞ: Hakikaten MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası ile 3 Mayıs olayları arasında büyük bir benzerlik var. Aradan bunca zaman (40 yıl) geçmesine rağmen tekrar açılan davada biz “Turancı” olmakla suçlandık. Aslında Turancı olmak suç değildir. T.C. kanunlarında da böyle bir suç yoktur. Kaldı ki her milliyetçi kendi milletine mensup insanların yabancıların boyunduruğundan kurtulmasını istemesi tabii bir haktır. Yunanlıların Kıbrıs üzerinde yürüttükleri politika da budur ve adı “Enosis” tir. Enosis bir anlamda Yunan Turancılığı demektir. Zaten, Papandreu’nun partisinin adı da Panhelenik Sosyalist Partidir. Panhelenik demek; Yunan Birliği, Yunan Turancılığı demektir. Hiç bir insan kendi milletinin haklarını savunmaktan dolayı suçlanamaz. Bu şerefli bir haktır. Fakat gelin görün ki. Türkiye’de zaman zaman o derecede gafil insanlar kalkıyorlar, kötülemek istedikleri Türk Milliyetçilerini “Bunlar Turancı” vs. diye suçlamaya lekelemeye çalışıyorlar.
Sn. TÜRKEŞ, son olarak Türk Milliyetçilerine vereceğiniz bir mesaj var mı?
A. TÜRKEŞ: 3 Mayıs milletimizin kurtuluşu. yükselişi, hızla kalkınması ve yaşaması için yegane kuvvet kaynağının Türk Milliyetçiliği olduğunun anlatılması için bir fırsat, bir vesiledir. Ayrıca eskilerin hatalarını anlatmak, onlardan ders alarak bundan sonraki Türk Milleti’nin hayatında o hataların meydana gelmesine imkan vermemek için düşünülmüş ve bayram yapılmıştır. Türk Milliyetçileri her yıl 3 Mayıs gününü bayram olarak kutlayacaklardır. Türk milletinin kuvvet kaynağı olan Türk Milliyetçiliği ülküsünü gençliğe anlatacaklardır. açıklayacaklardır. Bu ülkünün gerek devlet, gerekse millet hayatında da hakim güç, tek hakim varlık olmasını hedef olarak göstereceklerdir. Türk Milliyetçiliği derken, her zaman söylediğimiz gibi. İslam imanını, İslam ahlak ve faziletiyle Türklük şuurunu esas kabul etmekteyiz.
Türk Milleti için bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Ancak bugün, Türk milletinin İslamiyete olan bağlılığını istismar ederek İslamiyeti öne sürerek, Türk milliyetçiliğini yıkmak isteyen kışkırtmalarla karşılaşıyoruz. Bunlara katiyen itibar edilmemelidir. “İslamiyet bize yeter. Türklüğe ne gerek var” veya “Milliyetçilik İslamiyete aykırıdır” gibi görüşler düşman oyunudur.Buna kapılanlar düşman oyunlarına alet oluyorlar demektir. Türk Milliyetçileri sınırlarını belirlediğimiz ülkümüzün çizgisi üzerinde olmalıdırlar. Bunu benimsemezlerse bizim yanımızda bulunmamaları icap eder. Bizim yanımızda olanlar gösterdiğimiz yolda gösterdiğimiz ülküye sadık kalarak hareket etmelidirler.
9 Şubat 2014 Pazar
Burası TBMM Obama'nın Türkiye Ziyareti
Not: Bugüne kadar amerikan başkanı olupta, bir ayağın diğer ayak üstüne atılmadığı tek yer Devlet bey’in karşısında olmuştur ve Devlet bey amerika’ya gitmeyen ve gitmediği halde amerikan başkanı tarafından kendisinden randevu alınan TEK lider. Buda bir gerçek...
30 Kasım 2013 Cumartesi
AK ALINLI KARA YAZGILI ÇOCUKLAR
Dedik ya işte kimi yavuz diye tanır, kimi yunus diye tanır ve tarih onları Türk milletinin son fidelerini iyi tanır ve irdeler...
Üstad Necip Fazıl ne güzel anlatmış onları "Allah'sızın nefret, namussuzun dehşet, yüreksizin heybet, başı boşun mihnet, devrim bazın zulmet, eyyamcının şirret, inmelinin sıklet, anarşistin devlet, komünistin illet sandığı ve tanıdığı sen"... Anlayana çok söz anlatır bunlar...
Bu millet ve devlet o ak alınlı kara yazgılı çocukların mertliğini yiğitliğini, bileklerinin bükülmezliğini, sözünden dönmezliği gördü ve tanıdı onlarda..
Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz misali sokaklarında, mahallelerinde, semtlerinde ve çevrelerinde komünistlere,bölücülere peşkeş çekmediler, onların karşısında başlarını eğip susmadılar, her zaman haykırdılar...
Daima haklının yanında haksızın karşısında durdular. Ne dünyalık istediler nede aferin umdular, ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler, vatan millet din ve devlet alsancaklar hakkına dar günlerin Bozkurt sesi olarak haykırdılar...
Tanıdığı bildiği ağabeyleri yakın bildiği arkadaşları onlara hep öğüt dolu sözler verdiler "Etme oğlum, yapma oğlum kendini heder etme vatanı sen mi kurtaracaksın derler".
Yerine göre liderlerinin, Başbuğlarının hakkında atıp tuttular, ocaklarda işin ne, ne yapacan vatanı seviyorsan içinde sev vs. Buna benzer şeyleri söylerler. Büyüklük taslarlar...
Yüreğinde Ülkü meşalesi yanan genç, söz kendine gelince Ülkücülerin yüreğinden geleni dilleriyle değil de gözleriyle anlatırlar ki önce anlayacağını anlar.... Ülkücü genç, eğer söylenen sözler kendine ise, teşkilatı hedefi anlatır kutlu sevdasını anlatır... Anlatır anlatır çok şey anlatırda karşısındaki hiçbir şey anlamaz ama Başbuğun ve davanın hakkında eleştiri yaptıysa bu sefer Ülkücü genç yüreğinden geleni bilekleriyle ve bütün gücüyle vurunca yeri de öptürür.
Onlar dudaklarında sevda şiirleri, sevgiliye aşk-ı ilan edemediler. Sevgilileriyle oturup da mehtaba bakıp yıldızları sayarak kendilerine yıldız seçemediler, sevgililerinin kulaklarına aşk sözcükleri fısıldayamadılar. Bir türlü kırmızı, beyaz ve sarı gülün ne anlam ifade ettiğini bilemediler...
Ülkücülerde insandı onlarda gençti onlarda delikanlıydı...
Daha hayatının baharında taze fidandılar sevdiler ise bir türlü sevdiklerini belli etmediler....
Sevdiğini görünce zamane bebeleri gibi boyunlarına atlamak ellerini bellerinden tutmak yerine yüzleri kızarıp biran önce oralardan uzaklasmanın yoluna baktılar... işte onlar yirmici asırın bahadir melekleri...
Hayattan nasiplenemediler. Bir türlü parayı malı mülkü de sevemediler. Ellerine de pek para geçmedi zaten.Onların yürekleri zengindi oda onlara yeterdi zaten.
Orta okul, lise talebesi iken adı 'REiS' diye bilinenler kendilerini okudukları okulun tahta sıralarının yerine hücrelere zindanlara atıldılar. Küçücük elleriyle kalem tutanların ellerinde defalarca joplar patladı. Söyle dediler, anlat dediler. Ne biliyorlardı ki neyi anlatsınlar. Vatan mı sattılar, bayrak mı yırttılar, neyi anlatacaklardı ki...
Yıktılar üzerlerine suçları ben kalırım tek arkadaşım kurtulsun diyerek kendilerini feda ettiler...
Bir şeyler yazılıp önlerine konuldu...
Hep alakası olmayan faili meçhulleri verdiler bunlara...
Vatanımın ha ekmeğini yemişim ha kurşununu yemişim diyen şehit abilerinin yolundan gittiler hep vur abalının sırtına misali oldular. Ağabeyleri canlarını verdi karatoprağa düşerek kara toprağı gül bahçesine çevirdiler, onlar sırtlarında dünya yükü o kara zindanları yusufiye bildiler, taş medrese yaptılar...
Onlara taşmedreseli yusufiyeli dediler öyle anıldılar kimisi Bursa'ya, kimi Ankara, Eskişehir, Konya, Adana, Yozgat il il cezaevlerine dağıldılar... ama hiçbir zaman davasına teşkilatına küsmediler yılgınlık göstermediler.
Onlar çağımızın Ülkücüleri, Hoca Ahmet Yesevi' nin Horasandaki velilerin hem manevi hemde öz torunlarıydılar. Türk´e sevdalıydılar. Kendilerini arabesk konserlerinde jiletlemediler, sanatçıların ellerini sıkmak için ağlayarak sanatçı ismi bağırmadılar...
Onlar zamane çocuklarından çok farklıydılar çok...
Onlar gözyaşlarını uzak diyarlarındaki Türk illerindeki soydaşlarının garipliğine hüzün kalışına ağladılar onlar haykırdılarsa da yamyam bile hür bu dünyada Türk niye esir diye haykırdılar.
Onlar ak alınlı kara yazgılı çocuklardılar. Onların kavgası varoluş kavgası idi. Onların zamane çocuklarıyla değil, vatana bayrağa dine ve devlete kastı olanaydı kavgaları...
Ne mutlu öyle olanlara ve de kalabilenlere!..
26 Ekim 2013 Cumartesi
Atatürk ve Libya Günleri
28 Eylül 2013 Cumartesi
KALİTE FARKI
Alparslan Türkeş ve Recep Tayyip Erdoğan Arasındaki Kalite Farkı!
Hiç huyum değildir televizyon izlemek.
Lâkin nasıl oldu ise bir televizyonu açıp bakınayım dedim.
Allah da gösterecek ya, bir baktım “Kanal a” da Tayyip Erdoğan'ın “hac” görüntüleri yayınlanıyor.
Hayâ ettim.
Ar ettim.
Müslüman gönlüm daraldı.
Hükmetmek adına İslam'ı kalkan olarak kullandıklarından dolayı içim içime sığmadı.
Ağzıma geleni kaleme dökmek istedim ama olmadı.
Sonra merhum Alparslan Türkeş düştü gönlüme.
Hac vazifesini yerine getirirken çekilen fotoğraflarının yayınlanmasını yasaklatan Lider.
Ve öldükten sonra ortaya çıkan o fotoğraf kareleri.
Tam 20 sene o fotoğrafları saklı tutmak.
Nefsin ayaklar altına alınması bu olsa gerek.
İnanç ve iman farkı.
Birisi; Allah'tan başka kimse bilmese de olur düşüncesinde, diğeri ise; Allah'ın bildiğini neden kuldan saklayayımın derdinde.
Hiç kimse Alparslan Türkeş'e İslam dinini kullandı diyemez ama; Tayyip Erdoğan'a denilenler daha bu günden ortada.
Kendisi ile tamamen zıt kutupta olan Emin Çölaşan bakın Alparslan Türkeş vefat ettiği zaman Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinden ne yazmıştı O’nun için:
“İnançlı bir müslümandı ama bazıları gibi müslümanlık tüccarı değildi. Din sömürüsü yoluyla oy avcılığına hiçbir zaman soyunmamıştı.”
Tabii ki kimsenin imanını sorgulama gibi bir lüksümüz bulunmamaktadır lâkin; kimsenin de oy kazanmak uğruna İslam'ı kalkan yapma gibi bir lüksü bulunmamaktadır.
Siz samimi olduktan sonra, dost da düşman da hakkınızı verir merak etmeyin.
Yazının Dibi; Allah'tan özel duamdır ki; siyasi ve dünyevi çıkarları uğruna İslam'ı kalkan yapan babam dahi olsa, beni onunla haşretmesin!
Selâm, sevgi ve muhabbet ile...
BURAK KILIÇASLAN