Kimi
onları yiğit mert diye tanır, kimi onlar deli divane diye tanır, kimi düşman
bilir onları kendine kimi dost bilir onları ve ona göre tavır alır, kimi onları
boş bir hayale kapılmış zamane çocukları diye tanır...
Dedik ya işte kimi yavuz diye tanır, kimi yunus diye tanır ve tarih onları Türk milletinin son fidelerini iyi tanır ve irdeler...
Üstad Necip Fazıl ne güzel anlatmış onları "Allah'sızın nefret, namussuzun dehşet, yüreksizin heybet, başı boşun mihnet, devrim bazın zulmet, eyyamcının şirret, inmelinin sıklet, anarşistin devlet, komünistin illet sandığı ve tanıdığı sen"... Anlayana çok söz anlatır bunlar...
Bu millet ve devlet o ak alınlı kara yazgılı çocukların mertliğini yiğitliğini, bileklerinin bükülmezliğini, sözünden dönmezliği gördü ve tanıdı onlarda..
Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz misali sokaklarında, mahallelerinde, semtlerinde ve çevrelerinde komünistlere,bölücülere peşkeş çekmediler, onların karşısında başlarını eğip susmadılar, her zaman haykırdılar...
Daima haklının yanında haksızın karşısında durdular. Ne dünyalık istediler nede aferin umdular, ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler, vatan millet din ve devlet alsancaklar hakkına dar günlerin Bozkurt sesi olarak haykırdılar...
Tanıdığı bildiği ağabeyleri yakın bildiği arkadaşları onlara hep öğüt dolu sözler verdiler "Etme oğlum, yapma oğlum kendini heder etme vatanı sen mi kurtaracaksın derler".
Yerine göre liderlerinin, Başbuğlarının hakkında atıp tuttular, ocaklarda işin ne, ne yapacan vatanı seviyorsan içinde sev vs. Buna benzer şeyleri söylerler. Büyüklük taslarlar...
Yüreğinde Ülkü meşalesi yanan genç, söz kendine gelince Ülkücülerin yüreğinden geleni dilleriyle değil de gözleriyle anlatırlar ki önce anlayacağını anlar.... Ülkücü genç, eğer söylenen sözler kendine ise, teşkilatı hedefi anlatır kutlu sevdasını anlatır... Anlatır anlatır çok şey anlatırda karşısındaki hiçbir şey anlamaz ama Başbuğun ve davanın hakkında eleştiri yaptıysa bu sefer Ülkücü genç yüreğinden geleni bilekleriyle ve bütün gücüyle vurunca yeri de öptürür.
Onlar dudaklarında sevda şiirleri, sevgiliye aşk-ı ilan edemediler. Sevgilileriyle oturup da mehtaba bakıp yıldızları sayarak kendilerine yıldız seçemediler, sevgililerinin kulaklarına aşk sözcükleri fısıldayamadılar. Bir türlü kırmızı, beyaz ve sarı gülün ne anlam ifade ettiğini bilemediler...
Ülkücülerde insandı onlarda gençti onlarda delikanlıydı...
Daha hayatının baharında taze fidandılar sevdiler ise bir türlü sevdiklerini belli etmediler....
Sevdiğini görünce zamane bebeleri gibi boyunlarına atlamak ellerini bellerinden tutmak yerine yüzleri kızarıp biran önce oralardan uzaklasmanın yoluna baktılar... işte onlar yirmici asırın bahadir melekleri...
Hayattan nasiplenemediler. Bir türlü parayı malı mülkü de sevemediler. Ellerine de pek para geçmedi zaten.Onların yürekleri zengindi oda onlara yeterdi zaten.
Orta okul, lise talebesi iken adı 'REiS' diye bilinenler kendilerini okudukları okulun tahta sıralarının yerine hücrelere zindanlara atıldılar. Küçücük elleriyle kalem tutanların ellerinde defalarca joplar patladı. Söyle dediler, anlat dediler. Ne biliyorlardı ki neyi anlatsınlar. Vatan mı sattılar, bayrak mı yırttılar, neyi anlatacaklardı ki...
Yıktılar üzerlerine suçları ben kalırım tek arkadaşım kurtulsun diyerek kendilerini feda ettiler...
Bir şeyler yazılıp önlerine konuldu...
Hep alakası olmayan faili meçhulleri verdiler bunlara...
Vatanımın ha ekmeğini yemişim ha kurşununu yemişim diyen şehit abilerinin yolundan gittiler hep vur abalının sırtına misali oldular. Ağabeyleri canlarını verdi karatoprağa düşerek kara toprağı gül bahçesine çevirdiler, onlar sırtlarında dünya yükü o kara zindanları yusufiye bildiler, taş medrese yaptılar...
Onlara taşmedreseli yusufiyeli dediler öyle anıldılar kimisi Bursa'ya, kimi Ankara, Eskişehir, Konya, Adana, Yozgat il il cezaevlerine dağıldılar... ama hiçbir zaman davasına teşkilatına küsmediler yılgınlık göstermediler.
Onlar çağımızın Ülkücüleri, Hoca Ahmet Yesevi' nin Horasandaki velilerin hem manevi hemde öz torunlarıydılar. Türk´e sevdalıydılar. Kendilerini arabesk konserlerinde jiletlemediler, sanatçıların ellerini sıkmak için ağlayarak sanatçı ismi bağırmadılar...
Onlar zamane çocuklarından çok farklıydılar çok...
Onlar gözyaşlarını uzak diyarlarındaki Türk illerindeki soydaşlarının garipliğine hüzün kalışına ağladılar onlar haykırdılarsa da yamyam bile hür bu dünyada Türk niye esir diye haykırdılar.
Onlar ak alınlı kara yazgılı çocuklardılar. Onların kavgası varoluş kavgası idi. Onların zamane çocuklarıyla değil, vatana bayrağa dine ve devlete kastı olanaydı kavgaları...
Ne mutlu öyle olanlara ve de kalabilenlere!..
Dedik ya işte kimi yavuz diye tanır, kimi yunus diye tanır ve tarih onları Türk milletinin son fidelerini iyi tanır ve irdeler...
Üstad Necip Fazıl ne güzel anlatmış onları "Allah'sızın nefret, namussuzun dehşet, yüreksizin heybet, başı boşun mihnet, devrim bazın zulmet, eyyamcının şirret, inmelinin sıklet, anarşistin devlet, komünistin illet sandığı ve tanıdığı sen"... Anlayana çok söz anlatır bunlar...
Bu millet ve devlet o ak alınlı kara yazgılı çocukların mertliğini yiğitliğini, bileklerinin bükülmezliğini, sözünden dönmezliği gördü ve tanıdı onlarda..
Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz misali sokaklarında, mahallelerinde, semtlerinde ve çevrelerinde komünistlere,bölücülere peşkeş çekmediler, onların karşısında başlarını eğip susmadılar, her zaman haykırdılar...
Daima haklının yanında haksızın karşısında durdular. Ne dünyalık istediler nede aferin umdular, ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler, vatan millet din ve devlet alsancaklar hakkına dar günlerin Bozkurt sesi olarak haykırdılar...
Tanıdığı bildiği ağabeyleri yakın bildiği arkadaşları onlara hep öğüt dolu sözler verdiler "Etme oğlum, yapma oğlum kendini heder etme vatanı sen mi kurtaracaksın derler".
Yerine göre liderlerinin, Başbuğlarının hakkında atıp tuttular, ocaklarda işin ne, ne yapacan vatanı seviyorsan içinde sev vs. Buna benzer şeyleri söylerler. Büyüklük taslarlar...
Yüreğinde Ülkü meşalesi yanan genç, söz kendine gelince Ülkücülerin yüreğinden geleni dilleriyle değil de gözleriyle anlatırlar ki önce anlayacağını anlar.... Ülkücü genç, eğer söylenen sözler kendine ise, teşkilatı hedefi anlatır kutlu sevdasını anlatır... Anlatır anlatır çok şey anlatırda karşısındaki hiçbir şey anlamaz ama Başbuğun ve davanın hakkında eleştiri yaptıysa bu sefer Ülkücü genç yüreğinden geleni bilekleriyle ve bütün gücüyle vurunca yeri de öptürür.
Onlar dudaklarında sevda şiirleri, sevgiliye aşk-ı ilan edemediler. Sevgilileriyle oturup da mehtaba bakıp yıldızları sayarak kendilerine yıldız seçemediler, sevgililerinin kulaklarına aşk sözcükleri fısıldayamadılar. Bir türlü kırmızı, beyaz ve sarı gülün ne anlam ifade ettiğini bilemediler...
Ülkücülerde insandı onlarda gençti onlarda delikanlıydı...
Daha hayatının baharında taze fidandılar sevdiler ise bir türlü sevdiklerini belli etmediler....
Sevdiğini görünce zamane bebeleri gibi boyunlarına atlamak ellerini bellerinden tutmak yerine yüzleri kızarıp biran önce oralardan uzaklasmanın yoluna baktılar... işte onlar yirmici asırın bahadir melekleri...
Hayattan nasiplenemediler. Bir türlü parayı malı mülkü de sevemediler. Ellerine de pek para geçmedi zaten.Onların yürekleri zengindi oda onlara yeterdi zaten.
Orta okul, lise talebesi iken adı 'REiS' diye bilinenler kendilerini okudukları okulun tahta sıralarının yerine hücrelere zindanlara atıldılar. Küçücük elleriyle kalem tutanların ellerinde defalarca joplar patladı. Söyle dediler, anlat dediler. Ne biliyorlardı ki neyi anlatsınlar. Vatan mı sattılar, bayrak mı yırttılar, neyi anlatacaklardı ki...
Yıktılar üzerlerine suçları ben kalırım tek arkadaşım kurtulsun diyerek kendilerini feda ettiler...
Bir şeyler yazılıp önlerine konuldu...
Hep alakası olmayan faili meçhulleri verdiler bunlara...
Vatanımın ha ekmeğini yemişim ha kurşununu yemişim diyen şehit abilerinin yolundan gittiler hep vur abalının sırtına misali oldular. Ağabeyleri canlarını verdi karatoprağa düşerek kara toprağı gül bahçesine çevirdiler, onlar sırtlarında dünya yükü o kara zindanları yusufiye bildiler, taş medrese yaptılar...
Onlara taşmedreseli yusufiyeli dediler öyle anıldılar kimisi Bursa'ya, kimi Ankara, Eskişehir, Konya, Adana, Yozgat il il cezaevlerine dağıldılar... ama hiçbir zaman davasına teşkilatına küsmediler yılgınlık göstermediler.
Onlar çağımızın Ülkücüleri, Hoca Ahmet Yesevi' nin Horasandaki velilerin hem manevi hemde öz torunlarıydılar. Türk´e sevdalıydılar. Kendilerini arabesk konserlerinde jiletlemediler, sanatçıların ellerini sıkmak için ağlayarak sanatçı ismi bağırmadılar...
Onlar zamane çocuklarından çok farklıydılar çok...
Onlar gözyaşlarını uzak diyarlarındaki Türk illerindeki soydaşlarının garipliğine hüzün kalışına ağladılar onlar haykırdılarsa da yamyam bile hür bu dünyada Türk niye esir diye haykırdılar.
Onlar ak alınlı kara yazgılı çocuklardılar. Onların kavgası varoluş kavgası idi. Onların zamane çocuklarıyla değil, vatana bayrağa dine ve devlete kastı olanaydı kavgaları...
Ne mutlu öyle olanlara ve de kalabilenlere!..
SEZER YOZGAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder